top of page

Vekâletsiz İş Görme: Başkasının İşine Müdahale Etmenin Hukuki Sonuçları

  • gurlekhukuk
  • 31 Ağu
  • 6 dakikada okunur

Vekâletsiz iş görme nedir? Vekâletsiz iş görme (Latince negotiorum gestio), bir kişinin, başka bir kişinin (iş sahibinin) menfaatine olan bir işi, ondan açık bir yetki veya talimat almaksızın kendi iradesiyle yapması durumudur. Bu durumda hukukumuz, iş gören ile iş sahibi arasında kanundan doğan bir hukuki ilişki kurar. Türk Borçlar Kanunu, vekâletsiz iş görmeyi borç kaynaklarından biri olarak düzenlemiştir. TBK m.526’da, başkasının hesabına vekâleti olmaksızın iş gören kişinin, o işi iş sahibinin menfaatine ve varsayılan iradesine uygun olarak görmekle yükümlü olduğunu belirtir. Yani işgören (işe müdahale eden), sanki iş sahibi kendisine “lütfen yap” demiş gibi, onun isteyeceği şekilde ve yararını gözeterek hareket etmelidir. Vekâletsiz iş görmenin klasik örneği, komşunun evinde yangın çıktığını görüp, komşu yokken yangını söndürmeye çalışmak veya evdeki eşyaları kurtarmaktır. Komşu izin vermemiş olsa bile, onun menfaatine bir işi gördüğümüz için vekâletsiz iş görme hükümleri uygulanır. Bu kurum, özünde fedakârlık yapan iş göreni de koruyup haklarını teslim etmeyi, iş sahibini ise haksız zenginleşmeden kaçınmaya yöneltmeyi amaçlar.


Vekâletsiz iş görme ikiye ayrılır: Caiz (gerçek) vekâletsiz iş görme ve caiz olmayan (gerçek olmayan) vekâletsiz iş görme. Caiz olan, iş sahibinin menfaati ve olası iradesi yönünde yapılan haklı müdahalelerdir; caiz olmayan ise iş sahibinin açıkça istemediği veya yararına olmayan müdahalelerdir. Örneğin bir kimsenin borcunu onun izni olmadan ödemek genelde caiz kabul edilir (çünkü borçtan kurtarmış olursunuz), ama birinin malını izinsiz kullanmak onun menfaatine değilse caiz olmaz.


İş görenin sorumluluğu: Vekâletsiz iş gören kişi, yaptığı işte özenli davranmak zorundadır. Kanuna göre vekâletsiz işgören, her türlü ihmalinden sorumludur (TBK m.527). Yani, işe girişmişse, işi yarım bırakmamalı ve gereken dikkatle yapmalıdır; aksi halde meydana gelen zararları tazmin yükümlülüğü doğabilir.


Ancak kanun, işgörenin sorumluluğunu işin niteliğine göre hafifletir: Eğer işgören, iş sahibinin karşılaştığı bir zarar veya zarar tehlikesini gidermek için işe girişmişse (yani acil bir duruma müdahale ise), sorumluluğu daha hafif değerlendirilir. Örneğin komşunun evine hırsız girdiğini görüp camdan içeri atlayan kişi, evi kurtarmak isterken halıya zarar verirse, ondan beklenen özen düzeyi “kahramanlık anı” şartları içinde değerlendirilir ve hafif kusurlarından sorumlu tutulmayabilir. Buna karşılık, iş sahibi açıkça bu işe karışılmasını yasaklamışsa ve yapılan iş hukuka veya ahlaka aykırı değilse (yani meşru bir iş), buna rağmen işe karışan işgören, çıkan zarardan hatta beklenmedik olaylardan dahi sorumlu olur (TBK m.527/son). Bu önemli bir noktadır: Eğer iş sahibi “bu işe karışma” demişse ve ortada acil bir durum yoksa, artık işgören yaptığı müdahalenin tüm sonuçlarına katlanır, hatta mücbir sebeplerden de sorumlu olabilir. Örneğin iş sahibi tarlasına gübre atılmasını yasakladığı halde komşu iyilik olsun diye gübre atarsa ve beklenmedik bir don olayında mahsul zarar görürse, normalde don olayı doğal afet olsa bile, kanun uyarınca işgören bu sonuçtan sorumlu tutulabilir; ancak ispat edebilirse ki “don olmasa da zarar olacaktı”, o zaman kurtulabilir. Ayrıca işgören eğer fiil ehliyeti olmayan (örneğin çocuk) biri ise, yaptığı işten ancak zenginleştiği ölçüde sorumlu olur (TBK m.528). Özetle, vekâletsiz iş gören, işe müdahale ettiğinde ortaya çıkabilecek zararları hesaba katmalı ve özen göstermelidir. Caiz bir iş görmede hafif kusurlar mazur görülebilirken, caiz olmayan iş görmede sorumluluk ağırlaşır.


İş sahibinin hakları: Eğer vekâletsiz iş görme, iş sahibinin menfaatine ve iradesine uygun şekilde yapılmışsa (yani “gerçek vekâletsiz iş görme” söz konusuysa), iş sahibi bazı borçlar altına girer. TBK m.529’a göre, iş sahibi kendi menfaatine yapılan bu iş dolayısıyla, işgörenin yaptığı gerekli ve yararlı tüm masrafları faiziyle birlikte ödemek ve işgörenin bu iş nedeniyle üstlendiği diğer borçları ifa etmek zorundadır. Ayrıca işgören uğradığı zarar varsa, hâkim onun tazminine karar verebilir. Kanun burada “umulmuş sonucun gerçekleşmemiş olmasını” dahi önemsemez; yeter ki işgören gereken özeni göstermiş olsun, yine masraflarını talep edebilir. Örneğin bir kişinin dükkanını sel basarken komşusu motorla suyu tahliye etmeye çalıştıysa ve ekipman masrafı yaptıysa, sel engellenemese bile yaptığı yararlı giderleri talep edebilir. İş sahibi bu borçları yerine getirmezse, işgören TBK m.529/son gereği sebepsiz zenginleşme davasıyla hakkını alabilir. Eğer yapılan iş, iş sahibinin menfaatine değil de esasen işgörenin kendi menfaatine olmuşsa (caiz olmayan, gerçek olmayan vekâletsiz iş görme), TBK m.530 devreye girer. Bu maddeye göre, iş sahibi kendi menfaatine olmasa bile, yapılan işten doğan faydaları elde eder; ancak zenginleştiği ölçüde işgörenin masraflarını ödemek ve onun giriştiği borçlardan kurtarmakla yükümlüdür. Yani iş sahibi aslında istemediği bir işten bile yarar sağladıysa (örneğin işgören bir onarım yaptı ve evin değeri arttı), bu oranda masrafı üstlenmelidir. Bunun dışında, eğer iş sahibi sonradan yapılan işi uygun bulur (onay verirse), artık ilişki vekâlet hükümlerine tabi olur (TBK m.531). Yani, vekâletsiz başlayan iş, sonradan onayla sanki baştan vekâlet varmış gibi hukuki sonuç doğurur; iş sahibi tüm masrafları ve ücretleri normal vekâlet hükümlerine göre öder.


Uygulama alanları (komşuluk ilişkileri, acil durumlar): Vekâletsiz iş görmenin tipik uygulama alanı acil durumlarda yardımlaşmadır. Bir kişinin menfaati ciddi bir tehlike altındaysa ve o an kendisi ilgilenemiyorsa, üçüncü bir kişi müdahale ettiğinde bu kurum devreye girer. Örneğin komşunun evini yangından kurtarma, sel basan bir yeri temizleme, çocuğunu hastaneye götürme gibi durumlar vekâletsiz iş görmeye örnektir. Bu gibi durumlarda işgören genelde iş sahibinin varsayılan rızasını esas alır – makul olarak “burada olsaydı kesin isterdi” diyerek hareket eder. Bir diğer yaygın örnek başkasının borcunu onun yerine ödemektir. Yargıtay da “bir başkasının borcunu ödemek, caiz olan vekâletsiz iş görmedir ve ödeyen ödediği miktarı asıl borçludan isteyebilir” diyerek bunu vurgulamıştır. Örneğin Ali, arkadaşı Veli’nin elektrik faturasını son gün onu zor durumda kalmasın diye öderse, Veli’den bu miktarı talep edebilir. Komşuluk ilişkilerinde izin alınamayan anlık işler de bu kapsamdadır: Diyelim ki komşunun çatısındaki kiremidi fırtına uçurmak üzere, komşu yokken siz çıkıp düzeltirsiniz; hem komşunun malını korumuş olursunuz hem de masraf yaptıysanız isteyebilirsiniz. Acil tıbbi müdahaleler de vekâletsiz iş görme olarak değerlendirilebilir: Bilinci kapalı bir kişiyi hastaneye götüren kimse, belki masraf yapacak ama bu yararlı bir iştir. Hatta doktorlar bakımından –eğer hasta rıza veremeyecek durumdaysa– yaptıkları müdahale “vekâletsiz iş görme” hukuki niteliğini taşır. Bunun dışında, başkasının arazisinde kamu yararı için geçici faaliyetler (örneğin acil durum için komşunun arsasından yol açmak) de kanunda olmasa bile doktrinde bu kapsamda düşünülebilir. Görüldüğü gibi, iş sahibinin çıkarının bulunduğu ve gecikmenin zarar doğuracağı haller vekâletsiz iş görmenin meşru zeminini oluşturur.


Tazminat ve masraf talepleri: Vekâletsiz iş gören, uygun şekilde hareket etmişse belli taleplerde bulunabilir. Kanunun belirttiği gibi, işgören yaptığı zorunlu ve yararlı giderlerin iadesini iş sahibinden talep edebilir. Zorunlu giderler, yapılmasa işin veya malın zarara uğrayacağı giderlerdir (örneğin patlayan boruyu tamir için malzeme alımı). Yararlı giderler ise iş sahibine fayda sağlayan, malın değerini artıran giderlerdir (örneğin bahçeyi sulamak su faturasına yol açar ama bitkiler kurtulur). İşgören, bunların karşılanmasını isteyebilir; iş sahibi ödemekten kaçınırsa, hukuken onu dava ederek alabilir. Masrafların dışında, işgören işe girişirken kendisi borç altına girdiyse (örneğin tamirciye kendi cebinden ödeme yaptı), iş sahibi bu borcu da üstlenmelidir. Eğer işgören, iş görme sırasında zarar gördüyse (örneğin yangını söndürürken kendi cihazı yandı veya yaralandıysa), iş sahibi durumuna göre bu zararları da tazmin etmelidir – tabii takdir yetkisi hakimdedir ve ancak hakkaniyet gerektiriyorsa tazmin kararı verilir. Bunun tersi durum da önemli: Eğer işgören kusurlu veya gereksiz şekilde iş görürken iş sahibine zarar verirse, örneğin iyi niyetle de olsa yanlış bir şey yapıp malına hasar verirse, bu durumda işgören tazminle yükümlüdür. Çünkü TBK m.527 işgörenin her ihmalinden sorumlu olacağını söylüyor. Diyelim ki yokluğunuzda arabanızı yıkamak isteyen komşu, yanlışlıkla çizdiyse, iyi niyetli olsa da zararınızı ödemelidir. Yine de, işgörenin sorumluluğu olabildiğince iş sahibinin menfaatleriyle dengelenir. Kanun, işgörenin hakkını korumak için, iş sahibi eğer gerekli ödemeleri yapmazsa işgörene “sebepsiz zenginleşme” davası hakkı tanımıştır. Ayrıca TBK m.529 ve 530 çerçevesinde belirlenen ödemeleri yapmayan iş sahibi, temerrüde düşerse faiz ödemek zorunda kalır.


Sonuç olarak, vekâletsiz iş görme, günlük hayatta sıkça karşılaşılan “izinsiz yardım” veya “başkasının işine karışma” halleri için adil çözümler sunan bir hukuk kurumudur. Eğer bir iyiliksever komşu borcunuzu ödüyorsa, size sormadan evinizi koruyorsa, hukuk diyor ki: “Onun masrafını öde, zarar verdiyse bağışla; çünkü sana iyilik yaptı.” Tam tersi, biri size sormadan gereksiz iş yapıp zarar verdiyse de “onun ceremesini de o çeksin” diyor. Yargı kararları da bu prensipleri uygular: Örneğin Yargıtay, başkasının borcunu ödeyen kişi için, “vekaletsiz iş gören sıfatıyla rücu edebilir” demekte, böylece ödeyenin hakkını teslim etmektedir. Yine de her somut olayın kendine özgü şartları değerlendirilir; işgörenin asıl amacı, iş sahibinin çıkarını korumak olmalıdır. Böylece hem toplumsal dayanışma teşvik edilir (çünkü hukuk, iyilik yapana “masrafın boşa gitmez” güvencesi verir), hem de kimsenin malvarlığı sebepsiz azalmaz veya çoğalmaz.


Bu yazı, hukuk bilimine katkı sağlamak maksadıyla kaleme alınmıştır.

 

Her somut olay, kendi özelinde ve koşulları çerçevesinde değerlendirilmelidir.

 

Bu yazı, herhangi bir kişi veya kuruma yönelik hukuki görüş teşkil etmemekte olup, sadece yüklendiği tarih itibarıyla yazarın mevzuata ve içtihata dair yorumunu göstermektedir. Yazar, okuyucuyla ilgili kendisine danışılmadığı sürece hiçbir sorumluluk kabul etmemektedir. Kanunlar, yönetmelikler ve uygulamalar zaman içerisinde değişir; çünkü hukuk ve muhakeme, insanlar yaşadıkça evrilmeye mahkumdur. Adil yargılanma ve kanunlara uygun bir muhakeme olduğu sürece, mevzuatın değişmesi sizleri endişelendirmesin.

 

Hukuki metinler, kanaatler ve yorumlar birer anlık fotoğraf gibidir; yalnızca çekildikleri zamanın gerçekliğini yansıtırlar. Bu nedenle, bu yazıda yer alan değerlendirmelerin ileride yürürlüğe girecek yeni düzenlemelerle geçerliliğini yitirmesi mümkündür.

 

Bu yazının içeriği, bir avukat-müvekkil ilişkisi doğurmaz ve yazıdan kaynaklı olarak doğabilecek herhangi bir zarardan dolayı sorumluluk kabul edilmez.

 

Mevzuat ve içtihat dışında, yazının tüm fikri hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden alıntılanamaz; izinsiz şekilde kopyalanamaz veya herhangi bir mecra ya da platformda yayınlanamaz. Türkiye Barolar Birliği ile Adana Barosu’nun hakları saklıdır.

 

Hukukun ışığıyla yürümek isteyen herkese açık, samimi ve dürüst bir tartışma zemini sunmak dileğiyle…

 

Tüm hakları saklıdır, www.oguzgurlek.com

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page