Tasarrufun İptali Davaları (İİK m.277 ve devamı)
- gurlekhukuk
- 26 Tem
- 7 dakikada okunur
Tasarrufun iptali davası, borçlunun üçüncü kişilerle yaptığı bazı işlemlerin, alacaklıya karşı hükümsüz sayılması amacıyla açılan özel bir hukuk davasıdır. İcra ve İflas Kanunu (İİK) m.277-284 hükümlerinde düzenlenmiştir. Basitçe söylemek gerekirse, borçlu bir kimse alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla malvarlığını başkalarına devretmişse, alacaklı bu devrin kendi alacağı bakımından geçersiz sayılmasını mahkemeden isteyebilir. Bu dava sayesinde, borçlunun mal kaçırmak için yaptığı işlemler iptal edilerek alacaklının o mala sanki borçlunun malıymış gibi haciz koydurup sattırma imkânı doğar. İptal davası kazanan alacaklı, söz konusu malı üçüncü kişinin elinde bile haczettirip sattırabilir veya üçüncü kişiden malın değerini isteyebilir. Davanın niteliği, alışılmış anlamda bir işlemi hükümsüz kılmak değil, işlemi alacaklı yönünden etkisiz saymak, yani nispi butlan sağlamaktır. Bu yüzden iptal davası kazanan alacaklı, yalnız kendi alacağını o maldan tahsil edebilir; işlem diğer kişiler bakımından geçerliliğini korur.
1-Tasarrufun İptali Davasının Koşulları
Bir tasarrufun iptal davası açılabilmesi için kanunda belirtilen belli ön koşullar vardır:
Kesin veya geçici bir aciz belgesi bulunması: Alacaklının elinde, borçlu hakkında yapılan icra takibinin sonuçsuz kaldığını gösteren bir aciz vesikası olmalıdır (İİK m.277). Bu genelde, icra dosyasında borçlunun haczedilecek malının bulunmadığını gösteren belgedir. Bu belgeyle borçlunun borcunu ödeyemeyecek durumda olduğu (aciz hali) anlaşılır. Not: Kamu alacaklarında (6183 sayılı Kanun’a göre takip) ayrıca aciz vesikası şartı aranmaz, çünkü o kanunda özel hüküm vardır
Alacaklı ile borçlu arasında kesinleşmiş bir icra takibi mevcut olması: Yani borçluya karşı alacaklı icra takibi yapmış ve ya borçlu borcunu ödememiş ya da takibe itiraz etmişse itiraz kaldırılmış olmalıdır. Basitçe, ortada ödenmemiş bir alacak ve işleyen bir icra süreci bulunmalıdır. İptal davası, icra takibinin devamı niteliğinde düşünülür; borç tahsil edilemeyince bu ek dava açılır.
Borçlunun malvarlığını eksilten bir tasarruf işlemi yapmış olması: Borçlu, hacizden veya iflastan önce belli bir süre içinde mal kaçırmaya yönelik bir işlem yapmış olmalıdır. İptal davasına konu olabilecek işlemler kanunda üç grupta sayılmıştır: ivazsız (karşılıksız) tasarruflar, aciz halinde yapılan tasarruflar, alacaklıya zarar verme kastıyla yapılan tasarruflar (İİK m.278-280). Bu işlemler aşağıda detaylı anlatılmaktadır.
Yukarıdaki şartlar mevcutsa, dava her durumda açılabilir. Ayrıca kanun süreler öngörmüştür: İptal davası açma süresi borçluya karşı aciz vesikası alındıktan sonra 5 yıl içinde olmalıdır (İİK m.284). Fakat bazı işlem türleri için işlemin yapıldığı tarihten geriye doğru belirli süre sınırları da vardır (aşağıda belirtiliyor). Yine de alacaklılar genellikle borç öğrenildiği anda icra takibi ve iptal davasını birlikte düşünmelidir.
Görevli mahkeme, iptal davasında kural olarak borçlunun ikametgahı yerindeki asliye hukuk mahkemesidir (icra mahkemesi değil, çünkü bu dava bir eda davasıdır). Davalı olarak hem borçlu hem de işlemde karşı taraf olan üçüncü kişi gösterilir. Gerekirse, üçüncü kişinin mirasçılarına karşı da açılabilir. Dava sonucunda hakim işlemin iptaline hükmederse, alacaklı o malı haczettirebilir; eğer üçüncü kişi malı elden çıkarmışsa, davalı üçüncü kişi alacak miktarı kadar tazminata mahkum edilir (İİK m.283/2)
2-İptale Tabi Tasarruf Türleri (İİK m.278, 279, 280)
Kanun, hangi tasarrufların iptale tabi olabileceğini üç maddede açıklamıştır:
1. İvazsız Tasarruflar (İİK m.278): Borçlunun, alacaklılarını zarara uğratmak pahasına karşılıksız kazandırma niteliğinde yaptığı işlemler iptal edilir. Özellikle borçlunun iflasından veya acze düşmesinden geri doğru iki yıl içinde yaptığı bağışlamalar kesin olarak hükümsüz kabul edilir. Örneğin borçlu, malını çocuklarına bağışladıysa, son 2 yılda ise bu bağışlar iptale tabidir. Kanun, bazı işlemleri bağışlama gibi saymıştır: Borçlunun eşine, altsoyuna, üstsoyuna, üçüncü dereceye kadar akrabalarına, kayın hısımlarına, evlatlık ilişkisi içinde olduğu kişilere rayiç bedel üzerinden olsa bile yaptığı satışlar bağışlama sayılır. (Not: Bu hükümde evlatlık ile ilgili kısım 2024’te Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir ve 22.07.2025’te yürürlüğe girecektir; yani evlat edinen ile evlatlık arasındaki işlemler artık bağış sayılmayacaktır.) Ayrıca borçlunun gerçek değerinin çok altında bir bedelle yaptığı satışlar ve ölünceye kadar bakma sözleşmeleri de bağışlama gibidir. İvazsız (karşılıksız) tasarruflarda dava zamanaşımı: Borçlunun ödeme aczine düşmesinden geriye doğru en fazla 2 yıl içinde yapılanlar iptale konu olabilir; 2 yıldan daha eski bağışlar incelenmez.
Bir istisna olarak “mutad hediyeler” (örf ve adete göre olağan sayılacak değer armağanlar) iptal edilemez. Örneğin borçlunun evlilik vesilesiyle takdığı takılar gibi toplumca normal görülen hediyeler buna girer.
2. Aciz Halinde Yapılan Tasarruflar (İİK m.279): Borçlu, zaten ödeme güçlüğü içindeyken (haciz tehdidi altında veya borca batık durumdayken) yaptığı bazı işlemler de iptale tabidir. Kanun, borçlunun aciz halinde yaptığı üç tip işlemi saymıştır:
Borçlu, daha önce borcuna karşılık teminat verme sözü yokken, sonradan borcunu güvenceye almak için rehni ipotek vs. verirse (aciz halinde yapılmış rehin işlemleri) iptal edilir.
Borçlu, para ile ödeme yerine alışılmışın dışında bir edimle ödeme yaparsa (örneğin para borcunu araba vererek öderse) bu işlem de iptal edilir
Vadesi gelmemiş (müddeti dolmamış) bir borcu erken öderse, bu ödeme de iptale tabidir
Ayrıca kanun eklemiştir: Borçlu, bir alacak hakkını kuvvetlendirmek için tapuya şerh verdiyse (örneğin satış vaadi şerhi) bu da iptal konusu olur.
Bu aciz içindeki tasarruflar, borçlunun iflasından veya acze düşmesinden geriye doğru 1 yıl içinde yapılmışlarsa iptal edilir. Yani borçlu ödeme güçlüğüne düşmeden çok önce yapmışsa değil, tam da borç ödeyemez durumunun başladığı yılda yaptığı işlemler hedeflenir. Ancak üçüncü kişi (borçlu ile işlem yapan karşı taraf) borçlunun kötü durumda olduğunu bilmediğini ispat ederse iptal davası dinlenmez. Yani burada iyi niyet iddiası değerlendirilebilir. Örneğin borçlu zorda olduğunu karşıya hissettirmeden bir mal sattıysa ve alan kişi onun borçlu olduğunu bilmiyorsa, satış iptal edilmeyebilir.
3. Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarruflar (İİK m.280): Borçlu, malvarlığının borçlarını karşılamaya yetmediği (aktiflerinin pasiflerini karşılamadığı) bir durumda, alacaklılarına zarar vermek kastıyla malvarlığını elden çıkarırsa, yaptığı tüm işlemler iptal edilebilir. Bu genel bir hükümdür. Burada belirli akraba veya süre kısıtı yoktur; aranan şartlar şunlardır: Borçlunun mali durumu gerçekten borçlarını ödemeye yetmeyecek derecede kötü olmalı ve borçlunun bu işlemleri alacaklılarına zarar verme amacıyla yaptığı açık emarelerle anlaşılmalıdır. Ayrıca davanın süresi: Borçlu bu işlemi yaptıktan sonra, 5 yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflas yoluna başvurulmuş olmalıdır. Yani 5 yıldan eski işlemler için bu madde uygulanamaz. Örneğin borçlu, borçlarını biliyor ve ödememek için evini sırf arkadaşına devrediyorsa, bu maddeye dayanarak 5 yıl içinde iptal davası açılabilir.
Madde 280 kapsamında, borçlunun yakın çevresiyle yaptığı işlemlerde kötü niyet karine olarak varsayılır. Kanun der ki: Eğer işlem karşı tarafı, borçlunun eşi, altsoyu-üstsoyu, üçüncü derece dahil kan veya kayın hısımları ya da evlatlık ilişkisi içindekiler ise, bunların borçlunun kastını bildikleri varsayılır. Yani borçlu malı kardeşine devrettiyse, kardeşinin bunun alacaklıyı zarara uğratmak amaçlı olduğunu bildiği kabul edilir; aksini ispat yükü üçüncü kişidedir (o kişi bilmiyordum diyerek ispat etmelidir). Keza borçlu, bir ticari işletmesini veya stoklarının tamamını devretmişse, bunu alan kişinin de borçlunun niyetini bildiği varsayılır (işin doğası gereği). Bu karinelere rağmen üçüncü kişi, borçlunun kötü niyetini bilmediğini ispatlarsa, iptal talebi reddedilebilir. Ancak uygulamada bu ispat oldukça zordur.
Yukarıdaki üç tür (m.278, 279, 280 kapsamı) tasarruflar, iptal davasının esasıdır. Alacaklı davasında genelde hangi maddeye dayandığını belirtir. Örneğin “borçlu malını kardeşine devretti, 280. maddeye göre iptali gerekir” der. Mahkeme de maddelerdeki koşulların oluşup oluşmadığını inceler.
2-İptal Davasının Sonuçları ve Uygulama
Tasarrufun iptali davası, niteliği gereği alacaklıyı koruyucu bir icra hukuku aracıdır. Dava sonunda mahkeme, dava konusu işlemin iptaline (yani alacaklıya karşı hükümsüz olduğuna) karar verirse, alacaklı hemen icra takibine dönüp o mala haciz koydurabilir. Karar, alacaklıya bir cebri icra yetkisi verir: Borçlu sanki mal hala kendisindeymiş gibi haciz ve satış işlemi yapılabilir. Eğer dava konusu mal bir taşınmaz ise, üçüncü kişi adına kayıtlı kalmaya devam eder ama alacaklı o kaydı dikkate almadan haciz koydurup satışını isteyebilir (İİK m.283). Bu nedenle, iptal davaları sonucunda verilen hükümler nispi nitelikte kabul edilir; işlem tamamen hükümsüz olmaz, yalnız davacı alacaklı bakımından geçersiz sayılır.
Şayet borçlu malı üçüncü kişiye devrettikten sonra o üçüncü kişi de malı bir başkasına satmış ise, alacaklı artık malı geri alamaz ama maldan elde edilen değer kadar üçüncü kişiden tazminat alabilir (İİK m.283/2). Örneğin borçlu arabasını arkadaşı A’ya devretti, A da tanımadığı B’ye sattı; iptal davası açan alacaklı A’dan, arabanın satışından elde ettiği bedeli (fazla olmamak üzere alacağı miktar kadar) nakden tazminat olarak isteyebilir. Kanun, kötü niyetli üçüncü kişiyi bu şekilde sorumlu tutar. İyiniyetli dördüncü kişilere dava açılması zorunlu değildir; alacaklı isterse onlara da dava açabilir ama zorunlu olmaz.
Görevli mahkeme konusunda güncel bir değişiklik not edelim: 2021’de çıkarılan 7343 sayılı Kanun’la iptal davaları sulh hukuk mahkemelerinden alınarak asliye hukuk mahkemelerine verilmiştir (parasal sınır olmaksızın). Dolayısıyla 2025 itibarıyla tasarrufun iptali davalarına asliye hukuk mahkemesi bakar. Bu davalarda harç, iptali istenen işlemin konusu değerin binde 68,31’i nispi harç olarak alınır.
Yargıtay uygulamasında, tasarrufun iptali davaları borçlunun alacaklılardan mal kaçırma girişimlerini engellemek için etkin bir araç olarak görülür. Bir örnek vermek gerekirse: Yargıtay bir kararında, “borçlu, hacizden kısa süre önce arabasını kardeşine devretmişse, kardeş iyiniyet iddiasında bulunsa dahi, işlemin iptale tabi olduğu” yönünde hüküm kurmuştur (Yargıtay 17. HD). Yine bir başka içtihatta, iptal davasına konu taşınır mal üçüncü kişi tarafından dava sürerken rızaen elden çıkarılmışsa, üçüncü kişinin elde ettiği bedel üzerinden sorumluluğuna gidilebileceği belirtilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2018 tarihli bir kararında bu davaların alacaklının hakkını korumak için vazgeçilmez olduğunu vurgulayarak, somut olayın özelliklerine göre iyi niyet iddialarının çok sıkı incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 2021 ve 2022 kararları, İİK m.278’deki bazı ibareleri iptal etmiş ve kanun koyucuya düzeltme için süre tanımıştır. Özellikle evlatlık ilişkisine dair kısımlar çıkarılmıştır. Bu değişiklikler doğrultusunda, 22 Temmuz 2025’ten itibaren evlat edinen ile evlatlık arasındaki işlemler artık bağışlama karinesiyle iptale tabi olmayacaktır.
Sonuç olarak, tasarrufun iptali davaları alacaklılar açısından son çare niteliğindedir. Önce icra yoluyla normal haciz yapılmaya çalışılır; borçlu mal bırakmadıysa veya mal kaçırdıysa iptal davası gündeme gelir. Bu davalar teknik ayrıntılar içerir ve süreler ile ispat kuralları önemlidir. Davanın 5 yıllık hak düşürücü süresi kaçırılmamalıdır. Tasarrufun iptali davasını kazanan alacaklı, haciz yolu ile alacağını tahsil etme imkanına kavuşur. Eğer dava reddedilirse, alacaklı maalesef borcunu alamaz ve üçüncü kişiye giden mal kurtarılamaz. Bu nedenle, alacaklılar borçluların şüpheli işlemlerini öğrendiklerinde hızlı hareket etmelidir. Kanun, kötü niyetli borçlu ve onunla iş birliği içindeki üçüncü kişilere karşı alacaklıyı korumakta; ancak dürüst borç ilişkilerinin de zarar görmemesine dikkat edilmektedir.
Bu yazı, hukuk bilimine katkı sağlamak maksadıyla kaleme alınmıştır.
Her somut olay, kendi özelinde ve koşulları çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Bu yazı, herhangi bir kişi veya kuruma yönelik hukuki görüş teşkil etmemekte olup, sadece yüklendiği tarih itibarıyla yazarın mevzuata ve içtihata dair yorumunu göstermektedir. Yazar, okuyucuyla ilgili kendisine danışılmadığı sürece hiçbir sorumluluk kabul etmemektedir. Kanunlar, yönetmelikler ve uygulamalar zaman içerisinde değişir; çünkü hukuk ve muhakeme, insanlar yaşadıkça evrilmeye mahkumdur. Adil yargılanma ve kanunlara uygun bir muhakeme olduğu sürece, mevzuatın değişmesi sizleri endişelendirmesin.
Hukuki metinler, kanaatler ve yorumlar birer anlık fotoğraf gibidir; yalnızca çekildikleri zamanın gerçekliğini yansıtırlar. Bu nedenle, bu yazıda yer alan değerlendirmelerin ileride yürürlüğe girecek yeni düzenlemelerle geçerliliğini yitirmesi mümkündür.
Bu yazının içeriği, bir avukat-müvekkil ilişkisi doğurmaz ve yazıdan kaynaklı olarak doğabilecek herhangi bir zarardan dolayı sorumluluk kabul edilmez.
Mevzuat ve içtihat dışında, yazının tüm fikri hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden alıntılanamaz; izinsiz şekilde kopyalanamaz veya herhangi bir mecra ya da platformda yayınlanamaz. Türkiye Barolar Birliği ile Adana Barosu’nun hakları saklıdır.
Hukukun ışığıyla yürümek isteyen herkese açık, samimi ve dürüst bir tartışma zemini sunmak dileğiyle…
Tüm hakları saklıdır, www.oguzgurlek.com
Yorumlar