Kasten Yaralama Suçunda Meşru Müdafaa ve Haksız Tahrik İlişkisi
- gurlekhukuk
- 10 Ağu
- 6 dakikada okunur
Kasten Yaralama Suçunun Temel Unsurları (TCK m.86-88): Kasten yaralama suçu, bir kişinin bir başkasının vücuduna acı vermesi veya sağlığını ya da algılama yeteneğini bozmaya yönelik kasten eylemde bulunmasıyla oluşur. TCK md.86’da temel şekli düzenlenen bu suçta korunan hukuki değer, kişinin vücut dokunulmazlığıdır. Failin hareketi aktif bir davranış (örneğin vurma, bıçaklama) olabileceği gibi ihmalî davranışla da olabilir (ancak uygulamada genelde aktif davranış görülür). Basit yaralama, mağdurun basit bir tıbbi müdahaleyle iyileşebildiği haller için öngörülmüştür ve şikayete tabidir (aksi halde re’sen kovuşturulur).
Nitelikli yaralama (TCK m.87) ise silahla yaralama, canavarca hisle yaralama, kamu görevlisine görevinden dolayı yaralama, üstsoya-eşe-karşı yaralama gibi halleri içerir ve daha ağır ceza gerektirir. Yaralamanın sonucunda mağdurun hayat fonksiyonlarında ağır bir etki (örneğin kemik kırığı, duyuların yitimi, yüzde sabit iz, hayat tehlikesi) meydana gelirse neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama (TCK m.87/1-2) hükümleri uygulanır ve ceza bir kat veya iki kat artırılır. Eğer kasten yaralama neticesinde ölüm meydana gelirse, kasten yaralamanın ağır neticeli hali (TCK 87/4) oluşur ve ceza 12 yıldan 18 yıla kadar hapistir (yani kasten öldürmeden daha az cezalıdır, çünkü öldürme kastı yoktur). Kasten yaralama suçunun soruşturulması, nitelikli hâl olmadığı sürece, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralamalar dışında şikayete bağlı değildir; devlet re’sen kovuşturur.
Meşru Müdafaa Şartları (TCK m.25/1): Meşru müdafaa (yasal savunma), hukuka uygunluk sebeplerinden biridir ve gerçekleştiğinde işlenen fiil suç sayılmaz. TCK md.25/1’e göre meşru savunma için: Fail kendisine veya bir başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve şartlara göre saldırıyla orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile fiili işlerse ceza sorumluluğu olmaz. Bu tanımda savunmaya ilişkin önemli koşullar şunlardır:
(1) Ortada devam eden veya hemen gerçekleşecek bir haksız saldırı olmalıdır (haksız saldırı, hukuka aykırı bir fiildir; saldırının suç olması şart değildir, örneğin akıl hastasının saldırısı da haksızdır).
(2) Savunma, bu saldırıyı o anda püskürtmek için zorunlu olmalıdır; yani kaçınma imkânı yoktur ve hemen o anda karşı koymak gereklidir.
(3) Savunma fiili, saldırıyla orantılı olmalıdır; saldırının niteliğine göre savunmanın derecesi ölçülü olmalıdır.
Örneğin, küçük bir itmeye karşı bıçakla ciddi yaralama savunma sınırını aşabilir. Bu şartlar mevcutsa failin eylemi hukuka uygun kabul edilir, cezalandırılmaz. Meşru müdafaada fail bilerek ve isteyerek karşı eylem yapsa bile kanun onu haklı görür.
Örneğin: Bir kişi kendisine bıçakla saldıran saldırganı etkisiz hale getirmek için taşla kafasına vurup yaralarsa ve bu gerçekten zorunlu ve orantılı bir savunmaysa yaralama suçundan sorumlu tutulmaz. Yargıtay, meşru müdafaa değerlendirmesinde saldırının halen devam ediyor olmasına özellikle dikkat etmektedir. Saldırı tamamen bittikten sonra failin karşı saldırısı intikam niteliğine bürünürse artık meşru savunmadan çıkılmış olur. Meşru müdafaa, ceza hukukunda failin eyleminin hukuka aykırılık unsurunu kaldırır; böylece ortada hiç suç oluşmamış kabul edilir.
Haksız Tahrik İndirimi (TCK m.29): Haksız tahrik, failin suç işlemesine neden olan önceki haksız bir fiilin etkisiyle öfkeye kapılması halidir. TCK md.29, “haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kişi”nin cezasında indirim yapılacağını düzenler. Bu indirim ağırlaştırılmış müebbet için 18–24 yıl arası, müebbet için 12–18 yıl arası, diğer hallerde ise verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadardır. Haksız tahrik bir kusurluluğu azaltan sebeptir; failin suçu tamamen haklı değildir ama anlaşılır bir öfkeyle hareket ettiğinden cezası azaltılır.
Haksız tahrikin şartları:
(1) Ortada faile yönelik hukuka aykırı ve provoke edici bir fiil olmalıdır (tahrik sayılan fiil suç olabileceği gibi basit bir hukuka aykırılık da olabilir; örneğin ağır küfür, küçük fiziksel saldırılar vb. her somut olayda değişmekle birlikte genellikle tahrik kabul edilir).
(2) Fail bu fiilin yarattığı öfke veya üzüntüyle suç işlemiş olmalıdır, yani failin psikolojisinde anlık bir öfke patlaması bulunmalıdır.
(3) Failin tepkisi, o haksız fiilin doğurduğu tepkinin ifadesi olmalıdır (tam bir orantı şartı aranmamakla birlikte, tahrik oluşturan fiille failin suçu arasında neden-sonuç bağı aranır).
Örneğin: Kendisine tokat atan kişiye sinirlenip bıçakla saldıran fail haksız tahrik hükümlerinden yararlanabilir; ancak çok eski bir olayı kin tutup aylar sonra gidip yaralarsa bu tahrik indirimi kapsamına girmez. Haksız tahrikte indirim oranı hakimin takdirine bırakılmıştır (1/4 ile 3/4 arası) ve failin öfke derecesine göre belirlenir. Yargıtay, özellikle kasten yaralama ve öldürme vakalarında tahrikin varlığını ve derecesini titizlikle inceler. Mağdurun tahrik oluşturacak bir ilk hareketi olup olmadığı, failin gerçekten bu nedenle mi saldırdığı araştırılır. Hafif seviyedeki tartışmalar bazen tahrik sayılmaz. Örneğin sadece sözlü atışma haksız tahrik olarak kabul edilmeyebilir; fakat karşı taraf failin annesine ağır küfür ettiyse bu haksız tahrik sebebi olabilir.
Meşru Müdafaa ve Haksız Tahrikin Bir Arada Uygulanabilirliği: Teorik olarak biri hukuka uygunluk nedeni (meşru savunma), diğeri haksızlık sonucu öfke indirimi (tahrik) olan bu iki kavram aynı olaya farklı koşullarda uygulanır. Kural olarak bir fiil ya meşru müdafaadır ya da değildir; meşru savunma tam olarak şartları karşılarsa zaten suç oluşmaz, tahrik uygulamaya gerek kalmaz. Ancak uygulamada bazı sınır durumlar vardır: Fail aslında kendisine yönelik bir saldırıya karşılık vermiş ancak bu karşılık orantısız veya saldırı tamamen bittiği halde devam etmiş olabilir. Böyle durumlarda saf meşru müdafaadan çıkılmış olsa bile fail tamamen sebepsiz de değildir; işte mahkemeler bu tip olaylarda haksız tahrik hükümlerine başvurmaktadır. Örneğin, bir tartışmada karşı taraf failin yüzüne yumruk atmış (haksız saldırı) ve kavga başlamıştır. Fail, ilk saldırıyı savuşturma sınırını aşıp karşı tarafı ağır şekilde bıçaklamıştır. İlk yumruk fail açısından meşru müdafaa hakkı doğurur; fakat fail orantıyı aştığı için meşru savunma sınırını kasten aşmıştır. Bu halde Yargıtay genellikle meşru müdafaa hükümleri uygulanmaz, onun yerine haksız tahrik indirimi gündeme gelir demektedir. Çünkü fail tamamen mazur sayılamasa da haksız bir saldırının etkisiyle suçu işlemiştir.
Bir başka durum: Taraflar kavga ederken kimin ilk saldırdığı belli değildir (karşılıklı kavga). Yargıtay’ın yerleşik yaklaşımı, ilk haksız hareket belirlenemiyorsa iki tarafın da meşru müdafaa iddiası kabul edilmeyip karşılıklı haksız tahrik hükümleri uygulanması yönündedir. Bu, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine aykırı olabileceği gerekçesiyle doktrinde eleştirilse de uygulamada görülmektedir. Yani mahkeme, hangisinin saldırgan hangisinin savunan olduğunu çözemezse her iki tarafa da tahrik indirimi yaparak ceza verebilmektedir. Oysa bazı hukukçular bu halde her iki tarafın da meşru müdafaa sayılması gerektiğini savunur.
Özetle, meşru savunmanın kesin sınırları içinde kalınamayan ancak failin öfkesinde haklılık payı bulunan durumlarda, meşru müdafaa hükümleri tümüyle uygulanmasa dahi haksız tahrik devreye girerek fail lehine sonuç doğurabilir.
Uygulamada Değerlendirme Ölçütleri ve Sınır Aşımı Halleri: Meşru müdafaa mı, tahrik mi uygulanacağını belirlemek için yargı mercileri şu ölçütlere bakar:
(1) Saldırının haksızlığı ve ciddiyeti: Eğer mağdurun eylemi fail için ciddi bir tehlike yaratmışsa meşru müdafaa şartlarının mevcut olma olasılığı yüksektir.
(2) Failin savunma fiilinin zamanlaması: Savunma, saldırıyla eşzamanlı mı yoksa saldırı geçtikten sonra mı yapılmış? Saldırı geçtikten çok sonra gerçekleşen bir karşı saldırı intikamdır, meşru müdafaa olmaz ancak haksız tahrik indirimi tartışılır (fazla gecikme varsa tahrik etkisi de zayıflar).
(3) Orantı ve kullanılan araç: Fail, saldırıyı defedecek kadarıyla mı güç kullanmış, yoksa misilleme yapar şekilde aşırı mı gitmiş? Örneğin bir tokada karşı bıçakla çok sayıda darbe orantısızdır; meşru müdafaa sınırı kasten aşılmış sayılır. TCK 27 meşru müdafaa sınırının aşılmasına dair özel düzenleme getirmiştir: Eğer kişi mazur görülebilecek bir korku, telaş veya heyecan ile savunmada sınırı kast olmaksızın aşmışsa cezalandırılmaz. Yani fail panikle ne yaptığını bilemeyip meşru savunma ölçüsünü aştıysa kanun onu bağışlıyor. Ancak sınır kasten aşılırsa (örneğin fail “vurup öldüreyim” diyerek aşırı güç kullanmışsa) meşru müdafaa hükmü uygulanmaz, o noktada haksız tahrik veya takdiri indirim konuları gündeme gelir. Yargıtay kararlarında, mazur görülebilir heyecan nedeniyle sınır aşımına uğrayan eylemlerde ceza verilmemesi gerektiği belirtilmiştir.
Buna karşın fail öfkeyle bilerek aşırı güç kullandıysa meşru savunma kalkar, eylem suç kabul edilir ancak ilk haksız hareketin etkisiyle yapıldığından tahrik indirimi uygulanır. Mahkemeler bu dengeyi sağlamak için genellikle olaydaki tüm koşulları (tarafların önceki husumeti, olayın gelişimi, kullanılan alet, yaraların sayısı vb.) değerlendirir. Örneğin: Yargıtay bir kararında, maktulün failin eşine tacizde bulunması üzerine failin tüfekle maktulü öldürmesi olayında, doğrudan meşru müdafaa şartları oluşmadığı ancak haksız tahrik altında eylemin gerçekleştiği gerekçesiyle cezada tahrik indirimi yapılması gerektiğini vurgulamıştır.
Sınır aşımı halleri pratikte en çok “saldırgan etkisiz hale geldikten sonra bile vurmaya devam etme” şeklinde karşımıza çıkar. Bu durumda meşru müdafaa o ilk andaki saldırıyı defetmekle sınırlı kabul edilir, sonrası artık failin kasta dayalı haksız eylemi sayılır. Dolayısıyla o kısım için meşru müdafaa değil tahrik veya takdiri indirim hükümleri gündeme gelir. Özetle, hukuk düzeni kişinin kendini savunma hakkını korurken, bu hakkın öç alma aracına dönüşmesine izin vermemek için ince bir çizgi çekmiştir. Yargı organları bu çizginin ihlal edilip edilmediğini her somut olayda ayrı ayrı değerlendirerek, fail lehine en uygun hükmü uygulamaya çalışmaktadır.
Bu yazı, hukuk bilimine katkı sağlamak maksadıyla kaleme alınmıştır.
Her somut olay, kendi özelinde ve koşulları çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Bu yazı, herhangi bir kişi veya kuruma yönelik hukuki görüş teşkil etmemekte olup, sadece yüklendiği tarih itibarıyla yazarın mevzuata ve içtihata dair yorumunu göstermektedir. Yazar, okuyucuyla ilgili kendisine danışılmadığı sürece hiçbir sorumluluk kabul etmemektedir. Kanunlar, yönetmelikler ve uygulamalar zaman içerisinde değişir; çünkü hukuk ve muhakeme, insanlar yaşadıkça evrilmeye mahkumdur. Adil yargılanma ve kanunlara uygun bir muhakeme olduğu sürece, mevzuatın değişmesi sizleri endişelendirmesin.
Hukuki metinler, kanaatler ve yorumlar birer anlık fotoğraf gibidir; yalnızca çekildikleri zamanın gerçekliğini yansıtırlar. Bu nedenle, bu yazıda yer alan değerlendirmelerin ileride yürürlüğe girecek yeni düzenlemelerle geçerliliğini yitirmesi mümkündür.
Bu yazının içeriği, bir avukat-müvekkil ilişkisi doğurmaz ve yazıdan kaynaklı olarak doğabilecek herhangi bir zarardan dolayı sorumluluk kabul edilmez.
Mevzuat ve içtihat dışında, yazının tüm fikri hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden alıntılanamaz; izinsiz şekilde kopyalanamaz veya herhangi bir mecra ya da platformda yayınlanamaz. Türkiye Barolar Birliği ile Adana Barosu’nun hakları saklıdır.
Hukukun ışığıyla yürümek isteyen herkese açık, samimi ve dürüst bir tartışma zemini sunmak dileğiyle…
Tüm hakları saklıdır, www.oguzgurlek.com
Yorumlar