top of page

Görevi Kötüye Kullanma ve İhmal Suretiyle Görevi Kötüye Kullanma

  • gurlekhukuk
  • 10 Ağu
  • 7 dakikada okunur

TCK m.257/1 ve m.257/2 Farkı: Görevi kötüye kullanma suçu (TCK md.257), kamu görevlilerinin görev gereklerine aykırı davranışlarını cezalandıran genel bir hükümdür. Kanun, bu suçu iki ayrı fıkrada düzenlemiştir:

TCK 257/1 – Görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilere zarar veren, kamuyu zarara uğratan veya kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi 6 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılır. Burada aktif bir icrai davranışla görevin kötüye kullanılması söz konusudur.

TCK 257/2 – Görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek benzer şekilde zarar veya haksız menfaat doğuran kamu görevlisi 3 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılır. Yani ikinci fıkra, görevin ihmali (yapmama) veya geciktirilmesi (zamanında yapmama) suretiyle kötüye kullanılmasını düzenler ve cezası daha hafiftir.

Örneğin: Bir memur rüşvet almadan bir imzayı atmıyor ve vatandaşı geciktiriyorsa – eğer bu özel bir rüşvet suçu oluşmuyorsa – görevi ihmal suretiyle kötüye kullanma oluşabilir. Buna karşılık memur, kanuna aykırı bir şekilde bir işi yaparsa (mesela ehliyetsiz birine torpille ehliyet verirse), bu görevin gereklerine açık aykırılıktır, 257/1 kapsamına girer. Kast vs. ihmal ayrımı da bu iki fıkra arasında belirleyicidir: 257/1’de memur görevin gereklerine kasıtlı olarak aykırı davranır, yani bilerek görevini suistimal eder. 257/2’de ise memur görevini ihmal eder veya geciktirir, ki bu eylemler taksirle (dikkatsizlikle) yapılabilir gibi görünse de aslında 257/2 de kastı gerektirir ancak daha düşük kusur yoğunluğudur. Uygulamada çoğunlukla 257/2 ihlalleri ihmal suretinde kasıt ile olur; memur bilinçli olarak işi savsaklar veya yapmaz.

Cezanın farklı olması, kanun koyucunun aktif kötüye kullanmayı daha ağır kusurlu görmesindendir. Ayrıca 257 suçu, “kanunda ayrıca suç olarak tanımlanmamış haller dışında” uygulanır. Yani eğer memurun eylemi zaten rüşvet, zimmet gibi özel bir suçu oluşturuyorsa 257’yi değil o özel suçu uygulamak gerekir. Bu madde bir genel yedek normdur. Yargıtay da bu ayrımı sıkı uygular; örneğin memur rüşvet almak için işi geciktirmişse artık 257 değil doğrudan rüşvetten işlem yapılmalıdır der.


Görev Gereklerinin Yapılmaması vs. Gecikmeli Yapılması: Görevin gereklerine aykırı davranmak (257/1) geniş bir kavramdır; aktif olarak kanunu veya amir talimatını ihlal eden her fiili kapsar. İhmal suretiyle kötüye kullanma ise iki hali içerir: (1) görevin yapılmaması, (2) görevin gecikmeli yapılması. Görevin yapılmaması, memurun yapması gereken bir işlemi hiç yapmamasıdır. Örneğin bir polis memurunun ihbar edilen bir suça kasıtlı olarak müdahale etmemesi, bir savcının dosyayı kasten sürüncemede bırakıp iddianame düzenlememesi bu kapsamdadır. Gecikme ise memurun yapması gereken işi makul sürede yapmayıp, gereksiz oyalama sonucunda zarar veya menfaat doğması halidir. Örneğin bir belediye görevlisinin kaçak yapı şikâyetini kasıtlı olarak aylarca incelememesi ve bu sırada inşaatın bitmesine göz yumması gecikmeli görevi kötüye kullanmadır. Her iki durumda da memur hareketsiz kalarak (icrai değil ihmali tutumla) kamunun veya kişilerin zarar görmesine neden olur.


Görevin gereği ne demektir? Memurun mevzuatın kendisine yüklediği ödevlerdir. Dolayısıyla, memur bu ödevlere aykırı davrandığında veya bunları yapmadığında suçun ilk unsuru oluşur. Ancak suçun tamamlanması için ayrıca sonuç gerekir: kişilerin mağduriyeti, kamunun zararı veya birilerine haksız menfaat sağlanması. Kanun bu sonuçları objektif cezalandırılabilme şartı olarak koymuştur. Yani memur görevini ihlal etse de eğer hiç kimse zarar görmediyse veya haksız kazanç oluşmadıysa cezalandırılmaz (disiplin suçu olarak kalabilir). Bu yönüyle görevi kötüye kullanma bir zarar suçudur. Örneğin bir nüfus memuru, prosedüre aykırı şekilde bir işlemi hızlandırmıştır ama ne kimse zarara uğramış ne de birine haksız yarar sağlanmıştır; bu durumda ceza sorumluluğu doğmaz (sadece disiplin). Eğer fiil neticesinde zarar veya menfaat varsa suç oluşur. Görevin gecikmeli yapılması çoğunlukla birilerine menfaat sağlama amacıyla olur: memur işi ağırdan alır, belki rüşvet beklentisiyle geciktirir vs. Eğer rüşvet yoksa ama gecikmeyle birine avantaj sağlanmışsa (mesela vergiyi geç tahsil ederek mükellefe faiz çıkarılmasını engellemiş ve hazinenin faiz getirisini kaybettirmişse) bu menfaat/zarar unsuru oluşur.


Kamu Görevlisinin Kasten mi İhmalle mi Hareket Ettiği: Görevi kötüye kullanma suçunda failin kast derecesi tespiti bazen zordur. Özellikle 257/2’de, eylem “ihmal veya gecikme” şeklinde olduğundan savunma genelde “ihmal ettim ama kasıtlı değildi, iş yoğunluğundandı” diyebilir. Ancak TCK 257 suçu taksirle işlenemez; yani memur gerçekten istemeden dalgınlıkla görevini savsakladıysa cezai sorumluluğu yok (disiplin sorumluluğu olabilir). Ceza için kasıt şart: Fail, görevin gereklerini bilerek ve isteyerek yapmıyor olmalı. Yargıtay, memurun eyleminin bir “ihmali davranışla icra suçu” olduğunu, bunun da ancak bilinçli bir tercihle gerçekleşebileceğini ifade eder. Dolayısıyla, bir memur sırf ihmalkar veya tembel olduğu için görevini geç yapmışsa cezai kast yoksa 257 uygulanmayabilir (bu gibi durumları Yargıtay bazen “kusuru meslekî disiplinsizlik boyutunda, suç boyutuna varmamış” diye nitelendirir). Ancak çoğu durumda kast dolaylı da olsa çıkar: memur, yapması gerekeni yapmamayı bilerek seçmiştir. Örneğin arşivde bekleyen bir dosyayı unutmuş numarasıyla bekletmek vs. Kasıt var mı yok mu, sonuçtan da anlaşılabilir. Eğer memurun eylemi birine bariz bir fayda sağlamışsa veya birinin zararını önlemişse, genellikle bu tesadüf olamaz, memurun bilinçli tercihi olarak değerlendirilir.


Örneğin: Belediye memuru, bir tanıdığına ait kaçak yapının yıkım kararını uygulamaz, dosyayı unutturur; burada tanıdığa menfaat sağlama kastı açıktır. Keza polis, sevmediği bir kişi hakkında gelen koruma talebini kasten işleme koymaz ve o kişi zarar görürse, polis memurunun “unuttum” savunmasına Yargıtay inanmayabilir – çünkü sonuç ciddi bir mağduriyet doğmuştur, memurun kastı kuvvetle muhtemeldir. İspat yükü ve mağduriyetin belirlenmesi açısından, soruşturma mercileri genelde memurun kastına dair dolaylı deliller toplar: Yazışmalar, hatırlatma kayıtları, amir ikazları gibi. Eğer amiri defalarca “bu işi yap” demiş, memur yapmamış ve sonunda biri zarar görmüşse kast kesindir. Ama memur hakkında böyle uyarılar yok, gerçekten iş yükü çok ve ufak bir zarara yol açmışsa belki taksir seviyesinde kalabilir. Yine de Yargıtay genelde “memur hiç yapmamışsa kasıtlıdır” eğilimindedir, çünkü kamu görevlileri görevlerini bilmek ve gereklerini yerine getirmek zorundadır.


Mağduriyetin Belirlenmesi ve İspat Yükü: Görevi kötüye kullanma suçunda “kişilerin mağduriyeti” veya “kamunun zararı” unsurları bulunduğundan, yargı makamları bu zararın somut olarak ne olduğunu ortaya koymalıdır. Kişilerin mağduriyeti, somut bir hakkın ihlali, maddi veya manevi bir zarara uğrama şeklinde olabilir. Örneğin memurun yapmadığı bir işlem yüzünden vatandaşın işi gecikmiş ve bu yüzden maddi kaybı olmuşsa mağduriyet vardır. Ya da memurun görevi kötüye kullanması sonucu bir kişinin haksız yere ceza alması mağduriyettir. Kamunun zararı da parasal olabilir (örneğin devletin alacağı tahsil edilmediği için faiz kaybı) veya manevi olabilir (kamu idaresinin prestij kaybı, kamu düzeninin aksaması). İspat yönünden, genellikle dosyada bu zarar/menfaat durumu açıkça tespit edilir. Yargıtay, zarar unsuru oluşmadıysa mahkumiyete yer olmadığı yönünde kararlar verir. Dolayısıyla savcılık iddianamede “failin fiili nedeniyle şu kadar TL kamu zararı oluşmuştur” ya da “falanca kişi şu hak mahrumiyetine uğramıştır” diye belirtir. Eğer bu tespit eksikse Yargıtay bozma yapabilir. Örneğin bir davada, sanık kaymakamın, köylülere dağıtılması gereken yardımları dağıtmayıp beklettiği iddia edilmiş ancak köylülerin somut bir zararı gösterilmemişse Yargıtay “mağduriyet unsuru somut değil” diyerek bozabilir. İspat yükü elbette iddia makamındadır; yani savcılık memurun görevi hangi gerekçeyle yapmadığını, ne sonucun doğduğunu ispatla mükelleftir. Memur yargılamalarında bazen izin prosedürü de işin içine girdiğinden deliller mülkiye müfettişi raporlarından, kurum içi soruşturmadan da gelir. Yargıtay özellikle “kişilere haksız menfaat sağlanması” unsuruna dikkat eder, çünkü bu gerçekleştiyse memurun kastı ve suçun oluşumu neredeyse kesindir. Örneğin yüksek mahkeme, bir il müdürünün usulsüz ihale onayı vererek bir şirkete haksız kazanç sağlaması olayında menfaat unsurunun belirgin oluşu nedeniyle suçu sabit görmüştür.


Yargıtay’ın Ayrım Konusundaki Yaklaşımı: Yargıtay kararlarında 257. maddedeki birinci ve ikinci fıkraların ayrımı sıkça vurgulanır. Hangi fiiller 257/1, hangileri 257/2 kapsamındadır? 


Yargıtay, failin eyleminin aktif bir yanlış yapmak mı yoksa yapmamak mı olduğuna bakar. Örneğin, bir trafik polisi haksız yere bir sürücüye ceza yazmışsa bu görevin gereklerine aykırı hareket (257/1) kabul edilir. Aynı polis, ceza yazması gerektiği halde tanıdığının kural ihlaline göz yummuşsa bu ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma (257/2) olur. Yine Yargıtay içtihatlarında, 257/1’de çoğunlukla “icrai davranış”, 257/2’de “ihmali davranış” aranması gerektiği belirtilir. Ayrıca ceza miktarları bakımından da ayrımı net uygular: Mahkemeler bazen yanlış nitelendirme yapıp ağır ceza verebiliyor; Yargıtay bunu düzeltiyor. Örneğin bir davada sanık memur, evrakları sümen altı edip imzalamamış (ihmal), fakat yerel mahkeme onu 257/1’den cezalandırmış. Yargıtay, fiilin ihmali olduğunu vurgulayarak 257/2’den daha hafif ceza uygulanması gerektiğini söyleyerek kararı bozmuştur. Yargıtay’ın bir diğer yaklaşımı, bu suçun özel norm-genel norm ilişkisi nedeniyle “başka suçu oluşturmadığı takdirde” devreye girdiğini hatırlatmaktır. Örneğin doktor olan bir kamu görevlisi gerçeğe aykırı rapor düzenlemişse bu aslında TCK 204 (resmi belgede sahtecilik) suçu olur, 257 uygulanmaz; Yargıtay bu gibi durumlarda 257 hükmünün uygulanmasını bozma sebebi yapar. Özetle Yargıtay, görevi kötüye kullanma suçunu tamamlayıcı bir madde olarak görüp sınırlı yorumlar; her memur hatasını bu suç kapsamına almamaya çalışır, bunun için zarar unsuru ve kast unsuru aranmasında ısrar eder. Özellikle ihmal suretiyle görevi kötüye kullanma yönünden, Yargıtay bazı olayları “bu sadece disiplin suçudur, ceza gerekmez” diye ayırabilmektedir. Örneğin küçük bir gecikme yüzünden açılmış davalarda “ciddi bir mağduriyet yok, memurun kusuru ceza sınırında değil” diyerek beraat kararlarını onadığı görülür. Buna karşın bariz suistimallerde (örneğin memurun bilerek ihaleye fesat karıştırması ama suçu oluşmadığı için 257’den işlem yapılması halinde) cezayı onamaktadır. Son yıllarda Yargıtay, kamu zararı unsuru konusunda da katıdır: Kamu zararı net olarak hesaplanmadıysa mahkumiyet hükmünü bozabilmektedir.


Yargıtay’ın 257/1 ve 257/2 ayrımına yaklaşımı; failin eyleminin mahiyetine (icrai/ihmali), sonucuna (zarar/menfaat olup olmadığına) ve mevcutsa özel suçlara bakarak doğru nitelendirmeyi yapmak üzerine kuruludur. Kararlarında “memurun görevinin gereklerine aykırı davranışının cezalandırılabilmesi için kanunun aradığı neticenin gerçekleşmesi şarttır, bu gerçekleşmemişse unsurları oluşmaz” diyerek aslında memurların her hatasının ceza hukuku yaptırımına konu olmadığını vurgulamaktadır. Ancak netice varsa ve kasıt ispatlanmışsa cezayı da onaylamaktan çekinmemektedir.


Bu yazı, hukuk bilimine katkı sağlamak maksadıyla kaleme alınmıştır.

 

Her somut olay, kendi özelinde ve koşulları çerçevesinde değerlendirilmelidir.

 

Bu yazı, herhangi bir kişi veya kuruma yönelik hukuki görüş teşkil etmemekte olup, sadece yüklendiği tarih itibarıyla yazarın mevzuata ve içtihata dair yorumunu göstermektedir. Yazar, okuyucuyla ilgili kendisine danışılmadığı sürece hiçbir sorumluluk kabul etmemektedir. Kanunlar, yönetmelikler ve uygulamalar zaman içerisinde değişir; çünkü hukuk ve muhakeme, insanlar yaşadıkça evrilmeye mahkumdur. Adil yargılanma ve kanunlara uygun bir muhakeme olduğu sürece, mevzuatın değişmesi sizleri endişelendirmesin.

 

Hukuki metinler, kanaatler ve yorumlar birer anlık fotoğraf gibidir; yalnızca çekildikleri zamanın gerçekliğini yansıtırlar. Bu nedenle, bu yazıda yer alan değerlendirmelerin ileride yürürlüğe girecek yeni düzenlemelerle geçerliliğini yitirmesi mümkündür.

 

Bu yazının içeriği, bir avukat-müvekkil ilişkisi doğurmaz ve yazıdan kaynaklı olarak doğabilecek herhangi bir zarardan dolayı sorumluluk kabul edilmez.

 

Mevzuat ve içtihat dışında, yazının tüm fikri hakları saklıdır. Kaynak gösterilmeden alıntılanamaz; izinsiz şekilde kopyalanamaz veya herhangi bir mecra ya da platformda yayınlanamaz. Türkiye Barolar Birliği ile Adana Barosu’nun hakları saklıdır.

 

Hukukun ışığıyla yürümek isteyen herkese açık, samimi ve dürüst bir tartışma zemini sunmak dileğiyle…

 

Tüm hakları saklıdır, www.oguzgurlek.com

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


bottom of page